Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUH YILMAZ

Türkiye'nin Libya sınavı

Türkiye, krizle birlikte Fransa, İtalya gibi devletlerle aynı düzeyde olduğunu uluslararası topluma benimsetmiştir. Ancak, Arap dünyasındaki devrimlerle ilgili kendini net anlatamamıştır

Tunus, Mısır derken Ortadoğu'da yaşanan demokratikleşme akımında Türkiye'nin en ciddi sınavı Libya oldu. Neredeyse üç haftadır, Türkiye gündemini meşgul eden Libya sorununda, Ankara, teknik konularda önemli bir başarı sağlasa da, aldığı tavrın kamuoyuna yansıması aşamasında ciddi sıkıntılar yaşadı. Bu sorunların en temel nedeni ise Libya konusunda liberal müdahaleciliğin kurduğu hegemonik dilin aşılamamış olmasıdır. Libya konusunda Türkiye'nin yaşadığı temel sorunlar, dış müdahaleye karşı koyduğu kategorik tavırdan, iç savaş riskine karşı aldığı nispeten muhafazakâr duruştan ve uluslararası hukuka uygun meşru tavır alma isteğinden kaynaklanmıştır. Bu süreçte, Türkiye sert güç konusunda eksiklik hissetmiş ancak aynı zamanda Fransa gibi bir ülke ile aynı klasmanda yer aldığını ispatlamıştır.

Dış müdahaleye karşı tavır

Türkiye'nin Libya konusunda yaşadığı en önemli problem, ilke olarak dış müdahaleye karşı tavrından kaynaklandı. Bu tavrının gerekçesini çok iyi anlatamayan Türkiye önemli sıkıntılar yaşadı. Türkiye tarihsel olarak bağları olan, nüfusu Müslüman bu ülkelerde NATO ya da başka bir dolayımla yabancı ülkelerin asker bulundurmasına karşı çıkıyor, bu tür gelişmeleri mümkün olduğunca engellemeye çalışıyor. Ancak ilişki ve kurum eksikliği neticesinde halen bu konuda yardım alınabilecek, askeri müdahale eksikliğini doldurabilecek bir yapılanma da bulunmuyor. Nüfusu Müslüman olan bölgelerde yabancı askerine genel tavır olarak da kodlanabilecek bu ilkenin üstlenmesi ve liberal bir dil içinde bunun anlatılma imkânı da nispeten riskli bir dil olarak ortaya çıkıyor. AK Parti de bu riski bu süreçte net bir şekilde görmüş oldu.

İç savaş riski
Türkiye'nin Libya konusundaki ikinci önemli problemi iç savaş riskine karşı daha muhafazakâr bir dil geliştirmek istemesiydi. Her ne kadar Batı koalisyonu askeri müdahale ile Kaddafi'yi indirip yerine demokratik bir Libya kurabileceği umudunu taşısa da, Türkiye bu tür gelişmelerin daha evrimci bir yolla ve tedricen yapılmasını istiyor. Üstelik de bunu sadece Libya'da değil Suriye'den Yemen'e kadar bütün ülkelerde savunuyor. Libya'daki aşiret yapısının ülkenin ana siyasetini oluşturduğunu düşünen Türkiye, Kaddafi'nin gücünün de içinden geldiği aşiretle ilişkili olduğunu kabul ediyor. Askeri müdahale sonucu Kaddafi'nin öldürülememesi durumunda ülkede ucu iç savaşa, katliama ve hatta kan davasına dönüşebilecek riskler olduğunu savunan Türkiye, bu nedenle de bu ihtimal konusunda oldukça çekingen davranıyor. Ancak aşireti geçerli bir siyasi kategori olarak algılayamayan liberal dil için bu gerekçe çok da anlamlı görünmedi. Tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye, Libya'da sürecinin doğal yollardan ilerlemesini, yönetimin de doğal gelişimi içerisinde değişmesini istiyordu. Başbakan Erdoğan'ın Seyfülislam Kaddafi'ye demokratikleşme konusunda yaptığı çağrılar da Türkiye'nin konumunu ve kaygısını net olarak anlatıyor.

Uluslararası hukuk

Dünya tarihinde uluslararası hukukun asıl sahiplenici ve taşıyıcısı hep orta büyüklükteki güçler olmuştur. Türkiye, uluslararası hukukun temsilcisi ve takipçisi olarak Libya konusunda alınacak herhangi bir kuralın net bir hukuki meşruiyeti olması gerektiğini savunuyor. BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1973 sayılı kararının Libya'ya yapılan saldırıyı meşrulaştırmadığı kanaatinde olan Türkiye, bu kararın son derece gevşek bir şekilde yorumlandığını düşünüyor. 1973 sayılı karara göre normal şartlarda BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun'un açık bir çağrıda bulunarak üye ülkelerden oluşacak bir koalisyona görevi tevdi etmesi gerekiyordu. Oysa böyle bir çağrı yapılmadan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin çağrısı ile bir araya gelen birkaç ülke, durumdan vazife çıkararak de facto bir askeri müdahaleye giriştiler. Uluslararası hukuka riayet anlamında bu toplantının yetersizliğini, müdahalenin korsan olduğunu savunan Türkiye, hukuki çerçevenin acilen meşru bir zemine taşınması talebinde bulundu. Bunu sağlamak için NATO'nun harekete geçirilmesini isteyen Türkiye, bu nedenle de NATO'nun operasyon yapması konusundaki çekincelerini bir kenara bırakarak, bu korsan müdahaleye son vermeyi tercih etti. Askeri müdahalenin faturasını Sarkozy'ye kesen Türkiye, bu süreçte Fransa'nın dışarıda bırakılması için aktif olarak çalıştı ve kısmen de bunu başardı. Ancak tüm bu süreç de göstermiştir ki uluslararası meşruiyet sorunu büyük oranda Türkiye gibi orta ölçekli ülkelerin kaygısıdır.

Türkiye-Fransa klasmanı

Türkiye bu süreçte özellikle ilk birkaç günde önemli sıkıntılar yaşadı. Libya lideri Kaddafi ile muhalefet arasında anlamlı bir köprü olmak üzere başlattığı çalışmasında mesafe kat etmişken bir anda karşısında savaşı bulan Türkiye, henüz bu şaşkınlığı atamadan, liberal müdahaleciliğin iç ve dış versiyonlarının psikolojik baskısıyla, bir anda kendisini neredeyse Kaddafi'nin savunucusu durumunda buldu. Bu haksız suçlamadan kurtulması birkaç günü bulan Türkiye'nin süreçteki en önemli avantajı ise Fransa ile yaptığı mücadele olmuştur. Süreç sonunda Fransa'yı adeta saf dışı ederek, isteklerini NATO üzerinden kabul ettirebilen ve sürecin komutasında da söz sahibi olan Türkiye, Fransa ayarında bir ülke olduğunu kabul ettirmiştir. Bu krizle birlikte Türkiye bundan sonra kendisini Fransa, İtalya gibi güçlü Avrupa devletleri ile aynı seviyede görmekle kalmayıp, bunu uluslararası topluma da kabul ettirmiştir. Olumsuz açıdan ise Türkiye, Arap dünyasındaki devrimler konusunda kendisini net olarak anlatamamıştır. Son olarak yumuşak güç konusunda mesafe kat eden Türkiye'nin özellikle sert güç olarak bilinen askeri harekât, mühimmat ve müdahale konularındaki eksikliğinin ortaya çıkmış olmasıdır. Toplam gücünün ötesinde etkiye sahip olan Türkiye, bu gücü istikrarlı ve sürdürülebilir kılmak için sert gücünü de hızla geliştirmek zorunda olduğunu ve bu konudaki kısıtlarını bu krizle birlikte net bir şekilde anlamıştır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA